Psikolog Tuğçe Nur Doğan

Bireyin duygusal, fiziksel ve zihinsel gelişimi anne karnında başlayarak ömür boyu devam eden ve farklı aşamaları olan bir süreçtir. Hayatın ilk evrelerinde bakımverenler üzerinden dünya ve kendisiyle ilişkilenen insan, daha sonraki dönemlerde bakımverenlerden ayrışarak kendi özgün benliğini kurmak ve hayatın içinde kendiliğine bir yer bulmak arayışında ve mücadelesinde olur. 
Ergenlikle birlikte başlayan ayrışma ve özgünleşme çabaları bireyi yetişkin hayatına hazırlamaktadır. Son yarım yüzyılda eğitim ve kariyer süreçlerinde yaşanan değişimler bireylerde aileden bağımsız yetişkin hayatına geçme yaşlarının ilerlediğini göstermektedir. Ergenlik ve yetişkinlik arasında kalan o muğlak dönemin ise literatürde “beliren yetişkinlik” ya da “genç yetişkinlik” kavramları üzerinden ele alındığını görmekteyiz. Çocukluk ve ergenlikteki aileye maddi, manevi bağımlılık ve aileyle fiziksel birliktelik genç yetişkinlikle beraber azalmakta ancak yetişkinlikteki bireysellik ve sorumluluk da henüz tam anlamıyla gerçekleştirilememektedir. 


18-29 yaşlarını kapsayan genç yetişkinliği ergenlikle yetişkinlik arasında kalan bir geçiş dönemi olarak görmemekte fayda var. Dönem üzerinden bakıldığında bireylerin üniversiteye başlama, aileden uzaklaşma/ayrılma, uzun süreli romantik ilişkiler kurma, kariyer planlama, planları hayata geçirme, bağımsızlaşma süreçlerini içermektedir. Genç yetişkinler ergenlikten miras kalan ve yetişkinlikten sıçrayan kaygıları bir arada yaşamakla birlikte, içinde oldukları hayat dilimine özgü duygu durumu ve meselelerle uğraşmaktadır. 


Mesleği ve gelecek planlarına dair ilk adımı üniversiteye başlayarak atan birey artık kuralların daha muğlak, otoritenin daha zayıf ve bireysel sorumluluğun daha güçlü olduğu bir hayat düzenine giriş yapar. Bu yeni hayat düzeni bireyin ergenlikte aileden ayrışmaya ve bağımsızlaşmaya başlayan kendi benliğine sosyal, akademik, mesleki ve romantik alanda bir yer bulma ve ihtiyaçlarını, isteklerini tanıma arayışını beraberinde getirir. Birey kendisi olarak bir ortamda var olurken bir yandan da kendiliğine uygun geleceğin ne olduğunu öngörme ve buna dair adımlar atma sorumluluğu ve hevesini taşımaktadır. Her ne kadar özgürlük ve bağımsızlık alanı açısından üniversite yılları heyecanlı olarak bilinse de bağımsız olmanın sorumluluğu da bu evrede bizleri yetişkin hayatına alıştırmaya başlamaktadır. Bununla birlikte ailenin kurduğu kurallar sistemi artık değişmekte ve birey kendi hayatını düzenleyecek kurallar bulma zorunluluğuyla baş başa kalmaktadır. 


Öte yandan her birey için aynı şekilde deneyimlenmeyen bu dönem, bağımsızlaşma çabasının önüne koyulan içsel ya da sistemsel engelleri de içermektedir. Eğitim ve farklılaşan sosyal hayatla beraber aileyle çatışma alanları artabilmektedir. Özellikle daha toplumcu Türkiye sosyal yapısı düşünüldüğünde aileden birey olarak ayrışma ve bağımsız kararların sorumluluğunu taşıma çabasının çoğunlukla aileler tarafından engellendiğini ya da uzun çabalar sonunda kazanıldığını söylemek yanlış olmaz. Aile ve hatta içinde bulunduğu toplumla çatışma alanları bulan genç yetişkinler aynı zamanda içsel çatışmalar da yaşamaktadırlar. Farklı olmak, farklılaşmak arzusunun yanında aileye dair suçluluk, bağımsız olmaya dair kaygı, tercihler, yönelimler ve doğru olduğu düşünülenler arasındaki ikilemler bu hayat döneminin göze çarpan temaları olabilmektedir. Özellikle yine üniversite dönemi düşünüldüğünde meslek seçimiyle birlikte maddi ve geleceğin belirsizliğine dair kaygılar göze çarpmaktadır. Özellikle günümüzde belli bir eğitim seviyesindeki üniversite öğrencilerinde daha başarılı olma arzularının yanında yoğun bir rekabet ortamına maruz kalmanın yarattığı depresyon ya da kaygı görülebilir. 
Üniversite sonrası meslek hayatına giren genç yetişkinlerde ise kurumsal hayatın getirdiği zorunluluklarla idealler ve tercihlerin çatışması, hayatın onların deyimiyle daha monoton ve sıkıcı bir hal alması, meslek hayatına adaptasyonu zorlaştıran bir durum olmaktadır. Aynı süreçte, öğrencilik dönemindeki sosyal hayattan uzaklaşmak ve ciddileşen romantik ilişki deneyimleri de bu evredeki bireyleri zorlayan meseleler halini alabilmektedir. 
Bu evredeki danışanlarda gözlediğimiz psikolojik zorluklar arasında kaygı bozukluğu, depresyon, madde kullanımı göze çarpmaktadır. Bahsedildiği üzere yetişkin hayatının zorlukları, tamamlanamamış bağımsızlaşma süreci, geleceğe dair eşlik eden maddi ve manevi belirsizlikler genç yetişkinleri bireysel hikayelerine göre kaygı bozukluğu, depresyon ya da madde kullanımına itebilmektedir. 
Elbette bunu her toplum ve her toplum grubu için bir kural olarak göremeyiz. Genç yetişkinlik özellikle eğitim ve mesleki başarının önemsendiği, eğitim süresinin uzadığı ve eğitime yatırımın daha yoğun olduğu gruplar ve bireylerde daha sık deneyimlenmektedir. İş hayatına başlama ve evlilik yaşının yükseldiği toplum gruplarına ait bireyler, daha kısa eğitim süresi olan, daha erken yaşta evlenen ya da daha erken yaşta çalışma hayatına başlayan bireylere kıyasla genç yetişkinlikle beraber gelen duygusal yük ve çatışmayı daha yoğun yaşamaktadırlar. Bu süreçte bireylerin dört ana ihtiyacı olduğunu fark ediyoruz. Kendini ifade etme ve tanımlama, kabul görme, bağımsız bir yetişkin olma ve başarıya ulaşma ihtiyaçları, her birey nezdinde farklı deneyimlenmekle birlikte bu yaş grubunun ana meseleleri arasında görülebilir. Ek olarak ise romantik ve sosyal ilişkilerde bireyselleşme ve özgün benliği koruyabilmek de henüz ailelerinden yeni ayrışmaya başlayan bu yaş grubu insanlarda önemli bir kaygı halindedir. Bir önceki jenerasyonla oldukça farklı olduğunu düşünebileceğimiz günümüz genç yetişkinlerinin kimlik arayışının çok çatışmalı ve derinlikli, gelecek kaygısı ve belirsizliğe tahammülünün ise çok yoğun olduğunu söylemek yanlış olmaz. Y jenerasyonu olarak da adlandırılan günümüz genç yetişkinleri için özgün benliğin bulunması ve kabulü ve bu benliğe uygun ilişki ve meslek seçimlerinin yapılması mutluluk ve tatmine kaynak sağlarken, özellikle mesleki alanla benliğin uyuşmaması yoğun umutsuzluk ve anlamsızlık halleri meydana getirebilmektedir. 


Bu verileri klinik ortamda nasıl değerlendireceğimiz de önemli bir nokta. Bireyin başvuru şikayetini dinlerken içinde bulunduğu hayat dönemini, aile yapısını, iş/akademik durumunu da göz önüne almak daha bütüncül bir tutum içinde olunmasını kolaylaştırabilir.